Mart 1910-29 Ocak 1957 arasında İstanbul’da yaşayan şairimizin çocukluğu Beşiktaş’ta. annesinin ailesine ait bir yalıda geçti. Annesi, evkaf muhasebecisi Fuat Beyin Kızı Ayşe Tevhide Hanım. babası o zamanlar genç bir yüzbaşı olan Osman Bey’dir.
Eski İstanbul hayatının zenginliğini ve kalabalık insanlarını bir arada toplayan yalıda, mutlu bir çocuklukla bütün eserlerinin malzemesini ve konularını bulan Ziya Osman, büyük acıları da tatmış oldu: Sekiz yaşında, İspanyol nezlesine yakalanan annesini kaybetti. Dokuz yaşında Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak verildi. Mütareke yıllarında başladığı bu okulu 1931 yılında bitirdi. Burada tanıştığı Yaşar Nabi vasıtasıyla Yedi Meşale grubuna katıldı, bir yıl sınıfta kalınca da Cahit Sıtkı ile sınıf ve sıra arkadaşı oldu.
İstanbul Üniversitesi Hakuk Fakültesi’nde okurken, bir yandan da Cumhuriyet gazetesi muhasebe servisinde çalıştı. 1936’da Hukuk’u bitirerek İstanbul’da askerlik yaptı. 1938’de Hariciye imtihanına girdi, kazanamadı. Aynı yıl Emlak Bankası’na girdi ve burada beş yıl çalıştı.

Hukuk’ta talebeyken evlenen Ziya Osman, karısının rahdtsızlığından ötürü bu evliliği sürdüremedi. Liseyi bitirdiği yıl, amcasının kızını Paris’e gezdirmeye götüren, orada refaket ettiği sinir hastası genç kıza aşık olan Ziya Osman, ailesinin bütün itirazlarına rağmen evlendi. Sık sık Bakırköy’ de tedavi gören eşiyle yaşadığı oniki yıl boyunca karamsar şiirler yazdı. Ailesinin ve yakınlarının ısrarlarıyla, severek evlendiği eşinin hastaneye kaldırıldığı bir dönemde, kanunun tanıdığı hakka dayanarak onu boşadı (1943).
Aynı yıl ilk şiir kitabını yayınladı: Sebil ve Güvercinler . . Bu arada, bir buçuk yıl kadar Karadeniz Boğazı Müstahkem Mevkii’nde ihtiyat askerliği yaptı. O günlerde harbe gireceğimiz rivayetleri vardı. 1944’te bankaya döndü ve mesai arkadaşlarından Rezzan (Öney) Hanımla ikinci evliliğini yaptı. Banka onu Ankara’ya tayin etti. Fakat Ziya Osman Ankara’ya bir türlü alışamadığı için, 1945’te buradaki memuriyetinden istifa ederek ayrıldı.
1945-1950 yıllan arasında, İstanbul’da Milli Eğitim Basımevi Tashih Bürosu Şefi olarak çalıştı. Bu arada kayınpederinin evine yerleşti, tabiatı ve insanları sevmeye yöneldi. Bu dönemdeki şiirlerinde mutlu bir evlilik, ev ve aile sevgisi dikkati çekmektedir. ikinci evliliğinden iki oğlu oldu. Çocukluğunda yaşadığı anne ölümü ve baba ayrılığından sonra, ilk eşinin hasta olması, onun sıkıntılı yıllar boyunca yıpranmasına yol açtı ve kalbinden rahatsızlandı. Geçirdiği bir kalp krizi sonucu işinden de ayrılmak zorunda kaldı(1950). Bundan sonra ölünceye kadar evinden çıkmadan Varlık Yayınevi’nin işleriyle
uğraştı, geçimini bununla temin etti. 29. Ocak 1957’de geçirdiği bir kalp krizi sonunda Kadıköy’deki
evinde öldü. 31 Ocak günü Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra, Eyüpsultan’daki aile mezarlığına gömüldü.
Sanat hayatı
Ziya Osman’ın ilk sanat çalışmaları, annesinin ölümü üzerine yazdıgı nesirlerle başlar. Bunları ve alatasaray’ın ilk sıralannda yazdıgı öteki yazılarını “Hissiyatlarım” başlıklı bir defterde topladıktan sonra, hepsini, romanlara özenerek yaktıgını anlatıyor bir konuşmasında (Varlık, s.376, 1 Kasım 1951). Yine bu konuşmasınd’:’ söyledigine göre, çok küçük yaşlarda başlayan okuma ve yazma merakı onda şairlige karşı alaka uyandırmış, “Bir şair olmayı en güç, en erişilmez bir şey olarak” düşünmüştür.
Kafiyeli vezinli ilk şiirini 17 yaşında yazabilmiş ve Ocak 1927’de, Servetlfünun dergisinde yayınlanmıştır 1928 yılında yayınlanan Yedi Meşale adlı ortak kitaba gelinceye kadar, Türk ve Fransız şairlerinden kimleri bulursa okumuş, özellikle sembolist şairlere fazlasıyla alaka duymuştur.
Servetifünun edebiyatının etkisiyle eser veren Fecr-i Ati toplulugunun bu nesli de sürükledigini ve Yedi Meşale toplulugunun aynı kaygılarla bir araya geldi?ini belirtelim. Yaşar Nabi ve Sabri Esat gibi kendinden yaşlı sanatsever gençlerle bir arada bulunması Ziya Osman’ a birden bire edebiyat dergilerinin kapılarını açmış ve onu çok genç yaşta sanat dünyasına sokmuştur. Yedi Meşale’nin gördü?ü alaka, Meşale adlı bir derginin yayınına imkan veriyor. 8-9 sayı çıkabilen bu dergiden sonra Ziya Osman, arkadaşlarıyla birlikte Milliyet gazetesinin edebiyat sayfası ile içtihat dergisinde yazmaya devam ediyor, arkadaşlarının evlerinde yapılan toplantılarla kır gezintilerine katılarak sanat alakasını devam ettiriyor. Bu alaka onun sınıfta kalmasına yol açıyor ve Cahit sıtkı ile sıra arkadaşı olarak daha coşkulu bir dönemine başlangıç oluyor.
Onunla konuşmaları ve daha sonra mektuplaşmaları, ikisinin de öteki arkadaşlarından fazla şiirle meşgul olmalarına ve bütün hayatları boyunca şiire sadık kalmalarına yol açıyor. Yaşar Nabi askerden döndükten sonra Ankara’da görev ·alıyor ve Varhk dergisini çıkarmaya başlıyor (1933). Bu dergide Yedi Meşale şair ve yazarları yanında yeni isimler de vardır. Artık her türlü maddi sıkıntı ve ailevi meseleye rağmen, Ziya Osman şürini sürdürebileceği bir çevreye sahiptir. Kendine özgü şiirlerini yazıp yayınlar.
Bu arada Necip Fazıl’ın yönettiği Ağaç (1936) ile bir grup aydın tarafından çıkarılan Yücel (1938) dergilerinde de yazar, dikkati çeken şairler arasına girer. Önceleri hece vezni ile şiirler söyleyen şairimiz, Servetifünun şairlerinin etki?iyle bol sıfatlı, tasvire ağırlık veren karamsar şiirler yazdı. Bu şiirlerde ölüm, tabut, mezar, cenaze, yarasa, karga, zindan, yorgunluk ve karanlık gibi kelimeler yanında; az da olsa sessizlik, güvercin, kurban, yağmur, bahar ve deniz gibi kelimeler de yer alır. Aıtıa çoğu şiirde kesif bir karamsarlık dikkati çekmektedir.
Bütün bunlar bir yanıyla şairin geçirdiği acı hayat tecrübesine, annesini çocuk yaşta kaybetmesine bağlıysa, bir yanıyla da Servetifün un ve bu etkiyle şiirler söyleyen Fecr-i Ati şairleri ile Necip Fazıl’ın meydana getirdiği atmosfere bağlıdır. Bı• dönem şairleriı’ıin pek çoğunda Necip Fazıl, Ahmet Hamdi ve Ahmet Kutsi neslinin yoğun etkisi vardır. Ziya Osman da Kaldınmlar(l928), Ben ve Ötesi (1932) için yazdığı yazılarda bunu açıkça dile getirir ve şöyle der: “Necip Fazıl, belki en büyük Türk şairi değildir; fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde Ben ve ötesi’dir.” (Varlık, s. 10, 1 Birincikanun 1933). 1930-40 yıllan arasında, yani Garip Şiiri adı verilen Orhan Veli ve arkadaşlan ortaya çıkıp da yeni şiiri serbest tarzria temsil edinceye kadar, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip ve Fazıl Hüsnü gibi şairler, Necip Fazıl neslinin etkisinde şiirler yayınlıyorlardı.
Bu şairlerin ilk şiir kltaplannda bu etkiler açık seçik görülür. Ziya Osman Saba da ilk döneminde Servetıfünun anlayışını, sonra da ikinci hece neslinin şiir dili ve üslubunu kendisine yakın bulmuş; Sebil ve Güvercinler’dekl şiirlerin çokluğunda bu atmosferin izleri açık seçik görülmüştür. Ama bütün bunlarda ve 1940’dan sonra yayınladığı serbest vezinli şiirlerinde Ziya Osman’ın hep bir kendine has atmosfer kurma çabası içinde olduğunu söylemeliyiz. O her zaman bir mizacın şairi olmuş, sıkıntılı dönemlennde Yunus gibi ölüme sı?ınarak, ahirete göçmüş sevdiklerine kavuşmayı istemiş, mutlu günlerinde de bulduklanyla yetinmenin dünyalara deger bir zenginlik olduğunu ifade etmiştir.
Şiirlerinde bir iç dünyasını yansıtma çabası görülür. O yüzden de yaşadığı dönemde görülen bütün şiir tekniklerini kullanmış, “sonnet”den koşmaya, serbest vezinden mesnevi türü kafiyelenişe kadar bütün şiir şekillerini kullanmakta tereddüt etmemiştir.
Bu bakımdan onu tasavvufi şiirimizin bir devamı gibi görenler de vardır . ilk gençlik çal}ından ölümüne kadar belli bir tavrı korumuş, şiirlerinde olduğu kadar dost ve arkadaş ilişkilerinde, evlilik ve aile hayatında, ayrıldığı eşinden kendisini eleştirenlere kadar herkese “iyi” davranmış, hiçbir kötülüğe razı görünmemiş bir sanatçının, sanat hayatında benzer bir tutum izlemesi tabiidir.
Otuz yıllık sanat hayatında, üç şiir ve iki hikaye kitabı hazırlayan şairimizin şiir ve yazılarının dökümünü sıralarsak, şöyle bir toplam çıkar: 168 şiir, 15 hikaye ve 35 yazı. Bunlara, onunla yapılmış 11 anket ve mülakatı da ilave edersek, Ziya Osman Saba ile ilgfli bütün metinler belirtilmiş olur. Ziya Osman Saba’nın şiiri, başlangıçta Servetifünun . edebiyatının etkisi ile süslü ve tasvire ağırlık veren bir karamsarlıkta ortaya çıkar. Ama yine de kendi çevresi, aile ve ev içi ilişkilerini ele elan, daha sonra asıl kimliğini ortaya koyan şiirleriyle ortak özellikler taşıyan bir şiirdir. Konularını ev ve aile ilişkilerinden seçmesi ile Fikret’i andmrsa da, ondan farklı bir tavır sahibidir.
Ölüm, Yunus Emre’den sonra şiirimizde ilk kez Ziya Osman’ın ilk dönem şiirlerinde korkulan bir şey olmaktan çıkar. Yedi Meşale döneminden arkadaşı olan Vasfi Mahir (Kocatürk) onun şiirini şöyle tanıtır: “Ziya Osman’ın şairli? şahsi ve ferdidir, duygulan saf, tahayyülleri çocukluk izlenimleriyle dolu, edası yumuşak, heyecanlannda yan mistik tatlı-bir dindarlık. ( … ) Ziya Osman’ın şiirleri, özenme mahsulü değil, ruhunda duyduğu seslerin yankılan ve duyduğu seslerin yansımalandır. Onun şiirlerinde görülen sadece bir insan, fakat bakir ruhiμ, alçak gönüllü, en samimi, en sempatik bir insandır. Spontane şiir, Ziya Osman sanatı, işte bu ölmiyen tarafından kavramıştı.” (Türk Edebiyatı Tarihi, 1964).