Doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. Onaltıncı yüzyılda yaşamış, Hurufi inanç ve felsc: fesini benimsemiş bir Bektaşi ozanıdır. Eğriboz adasında doğmuştur. llektaşiliğin ikinci piri Balım Sultan’dan el aldı. Bir süre Necef – i Eşrefte flz. Ali’nin türbedarlığını yaptı. Anadolu’nun çeşitli yerlerini ve özellikle Deliorman ve Dobruca’yı dolaştı. Neceften dönüşünde Razgrat’ta dergah kurmuş olan Demir Baba’yı ziyaret etmiş ve Demir Baba’dan babalık icazeti istemiştir. Demir Baba. omm şiirlerini beğenmeıiıiş. öğütte bulunarak : “Kişi, böyle sevdalarda olmamak gerek. Kur’an okurum dersin ama, Kur’an seni okusun. Sen, Kur’an’a uy. Veliyullahı inkar etme” diye paylar. Fakat Balım Sult.an’ın dervişi olması nedeniyle ona icazet verir.

Virani, sabahleyin yola çıkar, Karlıova’da Hafız Zeden Tekkesi’ne gelir ve ömrü orada biter terk-i dünya eder. Avlu kapısı önüne gömülür. Virani’nin şiirleri, sanatsal yanından çok, dile getirdiği inançları açısından dikkate değer. Ali’nin tanrı olduğunu açıkça söyleyen şairin Divan’ı ve Hurufiliklc ilgili bir risalesi vardır, her ikiside basılmıştır, İlk baskısı “Nazm ü Nesr ·· i Viraııi Baha, Mısır 1873.” dır. Alevi -Bektaşi topluluğunun “Yedi Ulular” diye adlandırdığı Fuzuli, Nesimi, Yemini, Hatai, Pir Sultan, Kul Himmet arasında o da sayılır. Saygın bir kişiliği vardir. Coşkuludur, derinlerde gezmeyi, uçlara uzanmayı sever. Şiirlerine göre Bektaşi ve Bektaşi şairleri arasında sayıldığı kadar hımıfi inançlı olduğu da kabul edilir, hurufı şairleri arasında da yer alır. Virani, şiirlerinde Viran. Baba, Viran Abdal mahlaslarını da kullanır.
Virani hakkında şimdiye değin her hangi bir kaynakta esash, gerçekten aydınlatıcı, doyurucu bilgiye rastlanmamıştır. Bu üzücü durum dolayısıyladır ki, oldukça önemli ve özgün görünen bu ozanın yaşamı, yapıtları üzerinde hiç durulmamıştır. Şiirlerinin içeriği ön plana çıkarılamamıştır. Virani Baba, şiirlerinde Hurufilik dilini, simgelerini, harf ve rakamlarını kullanır. Ama o aslında hurufi olmaktan çok Alevi – Bektaşi’dir, bu yam daha çok ağır basar. Demir Baba Velayetnamesi, Virani’nin Arapça ve Farsça bildiğinden söz eder. Divanı, İstanbul Maarif Kütüphanesi tarafından yayınlanmıştır. Virani Baba Risalesi adında bir de yayınlanmış kitabı vardır. Coşkulu bir şairdir. Ülkemizde Virani’ye ilk kez anan, görüşlerine dokunan “Bektaşi Sırrı” adlı dört ciltlik yapıtın yazarı A. Rıtkı’dır. Ama bu eserde yine de Virani’nin maddi ve manevi kimliği hakkıyla incelenememiştir. A. Rıfkı’dan sonra Virani ile meşgul olan Besim Atalaydır. (Bektaşilik ve Edebbiyatı, İstanbul, 1340, s: 30 – 49, 82, 83). Ancak Besim Atalay’da eserinde Virani ile uzaktan ilgilenmiş, başka bektaşi şairlerinin nefeslerinden seçtiği örneklere onun yalnız iki manzumesini katabilmiştir. Daha sonra merhum Sadettin Nüzhet Ergun, 1930 yılında İstanbul’da basılan “Bektaşi Şairleri” adlı kitabında (s: 404 – 408) dört şiirini alarak 1955 yılında yine İstanbul’da basılan “Bektaşi Şairleri ve Nefesleri” adlı kitabının son baskısında da (s: 214 – 227) on altı şiirini alarak Virani’yi beş, on satırın yumuşak ve ılık kucağında yaşatmak istemiştir. En son Abdülbaki Gölpınarlt ile Pertev Naili Boratav, “Pir Sultan Abdal” adlı eserinde (Ankara, 1943, s: l 7 – 20) kızılbaşların tanıdıkları büyük yedi şairden birinin Virani olduğunu kaydederek onu anmakla yetinmişlerdir.
Yukarıda sayılan eserler bir yana bırakılacak olursa, bu gün elimizde bulunan Virani’ye ait en emin kaynak, şairin divanıdır. “Uzun uzadıya ve dikkatle incelemek imkan ve fırsatını bulduğum Virani Divanı’nı bana vermek lutfunda bulunan çok aziz dostum Raif Yelkenci’dir. İçinde üç yüz kadar manzume görülen bu divan 1854 (H. 1270) tarihinde yazılmıştır. Nerede ve kim tarafından yazıldığı belli değilse de Divan’a ilk sahip olan, Derviş Behram adında bir bektaşidir. Virani Divanı’nın Anadolu ve İstanbul’daki genel ve özel kütüphanelerde başka nüshalarının bulunması ihtimali yok değildir” (M. Halit Bayrı Virani Hayatı ve Eserleri, s: 6).
Değerli araştırmacı rahmetli M. Halit Bayrı’nın “Virani Hayati ve Eserleri” adlı incelemesi bize Virani hakkında en sağlam kaynak olmuştur. Bunların dışında rahmetli A. C:elalettin Ulusoy’un “Yedi Ulular” kitabı ile Turgut Koca’nın “Bektaşi – Alevi Şairleri ve Nefesleri”, Cahit ÖzteUi’nin “Bektaşi Gülleri”, Atilla Özkırımlı’nın “Alevi – Bektaşilik” gibi yapıtları bize bu konuda ışık tutmuştur. Rahmetli M. Halit Bayrı adı geçen yapıtında : “Virani’nin nerede ve hangi tarihte doğduğunu, nerede ve hangi tarihte vefat ettiğini, ana ve babasının kimler olduğunu, mezarının nerede bulunduğunu bilemiyoruz. Şu kadar ki aruz vezni ile üç yüz kadar şiir söylediğini ve koca bir divan meydana getirdiğini göz önünde tutarak, şairin az çok tahsil görmüş olduğunu düşünmek büsbütün lüzumsuz ve yersiz olmaz, sanırız” demektedir.
Sadettin Nüzhet ise, “Bektaşi Şairler” de Virani hakkında şunları kaydetmiştir: “Viran hakkında tarihi bilgimiz yoktur, gerçi bektaşi an’anesinde o’nun Necef Bektaşi Dergahı post – nişini olduğu ve Şah Abbas’la görüştüğü şayi ise de bunu tesvik etmek mümkün değildir. … ” demektedir. Yine Sadettin Nüzhet Ergun, “Bektaşi Şairleri ve Nefesleri” nde Virani’yi tanıtmak ve anlatmak için şu açıklamayı yapmıştır: “Onaltıncı yüzyılda yetişen ve sonraki zaman larda geniş bir şöhret kazanan Hurufi – Bektaşi şairlerindendir. Nusayrilerden olan bu ozanın Divanı’nda Ali – Allahilik telakkisinin pek açık terennüm edi!diği görülür. Balım Sultan’a intisab ettiği anlaşılan ve Kızıl Deli hakkında bir medhiye vücuda getiren bu maruf şahsiyete dair “Hurufi Şairleri” adlı eserimizde mümkün mertebe tafsilat verilmiştir.” der. (M. Halit Bayrı, a. g. e. s: 7) Virani şiirlerinde aruz veznini kullanmıştır. Hece vezni ile.yazılmış bir kaç şiiri vardır. Aynı zamanda Virani’nin, ancak divan yazım şairlerinin orta dereceden aşağı şairleri ile karşılaştırılacak düzeyde bir şair olduğunu söyleyenler vardır.
Virani’nin şairlik hevesi ile san’at yapmak, san’at adamı olmak savı ile ortaya atılmadığı gerçek. Bunun tamamıyle aksine mutasavvıf şairlerinin hemen hepsi gibi, O da, inandıklarını yaymak, başkalarını yanında toplamak, yahut yanında toplanmış olanların sayısını çoğaltmak amacı ile hareket etmiş, bu amacın gerçekleşmesi için şiiri kuvvetli bir araç olarak tanımış ve kullanmıştır. Virani’nin şiirlerinde aranacak değer, yüksek san’at değeri değil, kendisinin izlediği amaca, ereğe bir an önce varmaktan, ulaşmaktan doğan onur payıdır. Şiirlerini başka divan şairlerinin şiirleri ile yan yana getirmeye, ötekilere
oranla boyunu, enini, derinliğini, ölçüp biçmeye gereksinim yok. Ancak, Virani için “orta dereceden aşağı Divan şairleri ile kıyaslama orta derecede şairdir, diyenlere katılmaya da olanak yok. Evet Virani ; Seyyid Nesimi gibi, Fuzuli gibi büyük bir ozan değildir, ama şiirde hiç olrnazsa orta dereceli bir divan şairi değin başarı göstermiş, hatta bazı bazı orta halli divan şairlerini çok geride bırakmıştır da diyebiliriz. Eski kaynaklar gözden geçirilecek olursa, ancak iki kişiyi Türk şairleri arasında
açıkça Hurufi olarak tanımak olanaklı.
Seyyid İmanıüddin Nesimi ile Nesirni’nin yetiştir, mesi olan Refii’dir. Bunların dışında Hurufi yolağını kabul etmiş bazı Türk şairlerinin daha bulunması doğal. Ancak bunlar, her hangi bir tehlike ile karşılaşmamak için Hurufiliklerini gizlemişlerdir. Virani de insan düşünen bir varlıktır. Dahası insan somut bir tanrıdır (İlahtır).
Rahmetli Halit Bayrı bu yapıtında bu konuda bakınız ne diyor: “Hurufiliğin ruhu olan merkezi fikri “Kitabullah” terkibinde insan ile Kur’an – ı Kerim’i bir ve beraber görmektedir. Bu noktadan başlayan Hurufi inanışları, uzun bir karşılaştırma ve benzetme ile açılıp genişlemektedir. Mesela önce Fatiha suresi ile insanın başı arasında münasebet kurulur. “Seb’al – mesani” denilen fatiha suresi, yedi ayettir. Bunun gibi insanın başında da yedi kitabe vardır ; Saçlar, iki kaş, dört kirpik. Bunların hepsinebirden Hurufiler yedi hat, yahut yedi ayet derler. İnsan Havva’dan bu ayetlerle doğmu ştur.
Bundan dolayı fatiha suresine verilen “Ümmü’l – kitab” adı, Havva’ya da verilmek lazımdır. İşte böyle batıl bir tarzda Fazlullah, Kur’an – ı Kerim’i tefsire kalkmıştır.Biliriz ki, fatiha suresinin ilk ayeti (elhamdülillahi Rabbi! – alemin ) dir. Bu ayet onsekiz harftir. Fazlullah’a göre bu ayetin harflerinde on sekiz bin aleme işaret vardır. Eğer bu on sekizden (Allah) sözündeki dört harf çıkarılacak olursa on dört harf kalır ki, bu da (Allah ve masivaullah) ın karşılığıdır.
Bunun gibi (Allah ıa – ilahe illa hu) daki on dört harftir. Bir taraftan da Arap harflerinin sayısı yirmi sekizdir. Bundan (Allah ve masivfülah) ın on dört harfi çıkarılacak olursa, geriye yine on dört harf kalır ki, (La ilahe illa hu) nun harflerine tekabül eder. Memleketimizde Hurufilikten bahseden eserlerin azlığı dolayısı ile bu basit ve kısa izahı yaparken şu ciheti de açıklamakta fayda umuyoruz: “Kaşifü’I – esrar”, “Nurü’B heda limen – ihteda”, “Mir’atü’I – mekaasıd”, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, “Bektaşilik ve Edebiyatı”, “Bektaşi şairleri” gibi eserlerde Hurufilik konusu üzerinde az çok durulmuş olup, isteyen her okuyucuyu, bu eserlerden herhangi birine daima baş vurulabilir. Hurufi Türk şairleri, Fazlullah’ın tefsirleri mucibince Kur’an – ı Kerim’deki ayetlerin harf sayılarından başka başka anlamlar çıkarmağı düşünmemişler, şiirlerinde yalnız Allah’ın insanda tecelli ettiğini terennüm etmişlerdir. Gerek Seyyid İmamüddin Nesimi, gerekse onun yetiştirmesi olan Refii, inanışlarına dayanak olmak üzere (Men arefe nefsehu fekad arefe Sabhehıı) Hadis’ini irad etmişler, bu Hadis’te kastedilen ancak ruh iken, bunu bedene teşmil ile sünnilerin la’net ve nefretine uğramışlardır. Hurufilikle ilgili bu küçük noktalardan sonra Virani’nin de, tıpkı öteki Hurufi şairleri gibi, Fazlu’llah’ın tefsirlerini kitab ile Kur’an-ı Kerim ayetlerinin harf sayılarından anlamlar çıkarmak istemediğini, şiirlerinde yalnız Hakk’ın insanda tecelli eylediğini işaret ettiğini tesbit etmeden geçemeyeceğiz. Zaten Hurufiliğin sırlarını meydana koymanın doğru ve lehinde olmayacağını herkesten daha iyi bilen Viranidir ” der. (a. g. e. s: 13) Hurufiliğe eğilim duyan Virani’de derin bir Ali sevgisi olduğu açıktır.
Ona göre Ali, Tanrı’nın ışıyan özünden bir ışık olarak vardır, bu özelliği nedeniyle de Ali ulu ve ölümsüzdür.”Kudret kandilinde parlayıp duran Muhammed Ali’nin nurudur vallah Şiirlerinde yüziinü Ali’ye döndürdüğünü, ona secde ettiğini tapındığını söylemekten çekinmez. İnsan sevgisinin odağı ona göre Ali sevgisidir, Ali’dir, onun soyudur. Gerçek müslümanın bunu onaylaması, Ali’nin üstünlüğünü benimsemesi gerekir. O, Ali ve Ali çocuklarından başkasına bakmaz, önem vermez. Onun için ululuk onların kişiliğinde somutlaşmış, nesnelleşrniştir. O, Ali’nin kişiliğinde islami inançların özünü oluşturan öğeleri odaklaştırır, toplar. Bu görüş Ali’nin Tanrı’lığını savunan “Ali – Allah” inancına değin uzamr. Murtaza’dır görünen kevni mekan içinde Münkir am bilmedi kaldı güman içinde Murtaza’dır ey dede her nevi var ortada Aç gözünü kalmagıl cehl – i zaman içinde Ona göre, evrende, uzamda, bütün nesnel varlıklarda görünen Murtaza’dır (Ali’dir). Buna inanmayan gerçekleri yadsır, bunu bilmeyen cahildir, kuşku içindedir, geçici yeryüzüne bağlanmak, onun uzağına düşmek doğru değildir. Ey gönül benııl olma dünya bendine Dil verip aldanma onun fendine Bu düşünce, tasavvufun konulan arasındadır. Dünya kalıcı değildir, Tann’sal özün bir görünüş alanıdır.
Olgun yetkin kişi bunu bildiğinden ona kanmaz. Dünya kandırıcıdır, en uygun yerde insanı kendine çevirip döndürmek ister. Yeryüzüne önem vermeme Ali buyruğudur. Virani bunu bir şiirinde şöyle belirtir : İşit bo sakm bize bııı y~ağı Felek sunmaya ta bir kase ağı Cihanın ziynetine verme gönlün Nider insan olanlar t.umturağı Ancak Virani’nin hurufiliği aşırı nitelikli değildir. O dönemdeki tüm Alevi – bektaşi ozanlarının hepsinde de bu özellik mevcuttur, çağına göre akıcı, duru bir dili vardır. Seyyid Nesinıi, daha geniş bir alana yayılan görüşü içinde “Enel hak-ben Tanrıyım” derken, soyut bir insan örneği atmıştı. Ortaya Viran!, bunu daha somutlaştırarak adı ile, kimliği ile, yeri yurdu ile yaşamı ile belli, belirli bir kimseyi Ali’yi ortaya getirip koyuyor. Demekki, Nesimi’nin genişliği, Viran”l, Tanrıya Ali adını veriyor. Ancak onun şair olarak Nesimi ile yanyana gelmesi bile düşünülemez.
Nesimi’de Allah’ın bütün evrene yayılışına karşılık Vlranl’de tek kişi kimliğinde ortaya çıkması yanında bu ünlü ozanla yer yer Allahın yaratıcı gücünün olduğu, insanın dışına taştığı da görülür. Vlrani’de, onun çağdaşlarında, ondan sonra gelenlerde, Allahın bütün evreni kaplayan geniş, derin, açık, yaratıcı gücünü dilegetiren ölçülü, düzenli, derli toplu bir görüş bulunmaz.