
- Cevat Şakir Kabaağaçlı veya tanınan adıyla Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarıdır.
- Doğum tarihi: 17 Nisan 1890, Girit, Yunanistan
- Ölüm tarihi ve yeri: 13 Ekim 1973, İzmir
- Tam adı: Cevat Şakir Kabaağaçlı
- Eşi: Hamdiye Hanım (e. ?–1925)
- Çocukları: İsmet Kabaağaçlı Noonan, Mutarra Agustina, Sina Kabaağaç, Suat Kabaağaçlı, Aliye Önce
Son Güncelleme 7 ay önce
Halikarnas Balıkçısı takma adıyla tanınan Cevat Şakir Kaba Ağaçlı (1886-1973), hikayeci ve romana olarak Ege ve Akdeniz kıyılarımızın, ekmeğini çekişe dövüşe denizden çıkaran yoksul ama namuslu insanların yaşam serüvenini, bu bölgelerin taşı toprağı, ormanı dağı, mitolojisi efsane-siyle birlikte, şiirsel bir anlatımın bütün sıcaklığında coşa taşa edebiyatımıza mal eden ilk ve tek sanatçıdır.
Daha babasının (Şakir Paşa) elçi olarak bulunduğu Atina’da geçen çocukluk günlerinde filizlenip (Oksford)’daki tarih öğreniminde daha bir gelişerek bilinçlenen mitoloji merakı, meraktan da öte tutkusu, o taşkın deniz sevgisiyle sarmaş dolaş olarak ve romanlarına yansır. Cevat Şakir, Oxford’dan klasik kültür yüküyle yurda dönünce (1910), resim, karikatür, dergi kapağı resimleri, çevirilerle başlar gazetelerde çalışmaya. Daha Bodruma ayak bastığı ilk gece ile sanatçının yaşamında, ömrünün sonuna kadar sürecek olan yepyeni bir dönem başlar.

Yurt gerçeklerinden uzakta, varlıklı, alafranga bir çevrede, Batı kültürüyle terslenmiş çıtkırıldım genç aydının, görüp yaşadığı, alışıp benimsediği dünyadan apayrı, yoksul ama cömert deniz insanları ile karşılaşmasıdır bu. Cevat Şakir, Bodrum’da geçirdiği bir buçuk yıl içinde, daha başlangıçtan beri kafasından yüreğine, yüreğinden kafasına akıp ona gerçek kişiliğini aydınlatan her şeyi bulur. Denizle sarmaş dolaş doğa güzelliği yanında, taşı toprağıyla boğazına kadar mitolojik anılarla dolu bir dünya o anılardan habersiz, günlük ekmek taşa içinde çırpınan yoksul ama dürüst, temiz deniz insanlarının imrenilesi yaşamı. Kalebentlik cezası biter ama ondaki deniz sevgisi, deniz insanlarına duyduğu hayranlık, sevgi bitmez.
İstanbullardan kalkıp, evini barkım, kolay hayatını, rahatım elinin tersiyle bir yana iter ve gelip tam yirmi yıl Bodrum’ da yaşar, ekmeğin alnının teriyle kazanan deniz insanların arasında. Önce sokaklara palmiyeler dikip yurt dışından getirttiği bitkilerle şehrin dört bir yanını donatmak, bilgisini, görgüsünü bütün cömertliğiyle çevresine saçmakla başlar işe. Sonra, karşılıklı sevgi ve duygu alışverişinin potasmada oluşturduğu zengin izlenimleri, hayal gücünün bütün yetisiyle dile getirir hikaye ve romanlarında.
Daha hikaye kitaplarının adlarından başlar deniz sevgisinin, insanı doğayı kucak kucağa bir biriyle kaynaştıran önüne geçilmez bir tutkunun serüveni. Yazanın ilk hikaye kitabı, Halikarnas Balıkçısı adıyla 1939’da çıkar: “Ege Kıyılarında”. Onun ardından sırasıyla “Merhaba Akdeniz” (1947, 1962), “Ege’nin Dibi” (1952), “Yaşasın Deniz” (1954), “Gülen Ada” (1957) yayımlanır.
Balıkçı, bütün bu hikayelerde (romanlarında olduğu gibi) kara insanlarının yanı sıra ama onlardan çok umutlarını, fırtınalı denizlerde dalgalarla boğuşa boğuşa çoluk çocuklarının günlük nafakasını çıkarmaya çalışan yiğit babaların, oğulların, vefalı kocaların, kardeşlerin, vazgeçilmez sevgililerin ağları sandalları, kürekleri yelkenleri, tekneleri ile bir bereket müjdesi gibi geri dönmelerini, rıhtımlarda, kapı aralıklarında, damlarda pencerelerde bekleyen kızlı erkekli, çoluklu çocuklu kıyı insanlarının çileli yaşayışını verir. Kimi zaman denizin üstünde, kimi zaman sünger avcıları, dalgıçlarla denizlerin dibinde, renkli, esrarlı, sürprizli bir dünyanın ta orta yerinde buluruz kendimizi.
Bir geçim kaygısı olmakla birlikte, o kaygıyı gerilerde bırakıp kazası belası, bin bir tehlikesi, güçlüğü ile bir serüven tutkusuna dönüşen deniz sevgisi, deniz büyüsü, Balıkçının romanların’ da alır avucunun içine.
Balıkçının, ilk ve en güzel romanı olan “Aganta Burina Burinata”mn (1946), amcası açıklarda boğulduğu için denizcilikten uzaklaştırılan, evlendirilip karaya bağlanmaya çalışılan kahramanı genç Mahmut’u, sonunda denizin çağrısına dayanamayıp enginlere teslim eder kaderini.
Deniz insanlarına olan hayranlığı, Balıkçıyı, yanında yöresinde görüp tanıdığı, ölesiye bağlandığı sıradan insanlar yanında tarihimize mal olmuş deniz kahramanlarının hayatlarını da roman) götürür. “Uluç Reis”
(1962) ve “Turgut Reis” (1966) adlı romanlar bu hayranlığın birer ürünüdür. Balıkçının, hikayeciliği ve roman balığı yanında, bir o kadar önemli, bir o kadar üzerinde durulması gereken özelliği, tarih bilinci ve mitoloji merakıyla sivrilen, bunların da ötesinde, gelişi geçmişiyle Anadolu’nun kültür kaynaktan üstüne edilen, gerçek bir düşünür, yurtsever bir düşünür olmasıdır. Balıkçı, bir yandan, mitoloji tutkusuyla “Anadolu Efsaneleri” (1955) ve “Anadolu Tanrıları” (1962) üzerine eğilirken öte yandan, Batı kültürünü oluşturan kaynağın Yunanistan’da değil Anadolu’da yeşerip geliştiğini ispatlamaya kadar kendini.
“Anadolu’nun Sesi” (1971) ve “Hey, Koca Yurt da (1972). İvonya (Anadolu) kültürünün Yunanistan kültüründen üstünlüğünü göster-meye çalışır. Ona göre Batılıların Yunan mucizesi diye belledikleri şey, aslında Ege bölgelerinde yeşermiş, aklı mantığı, olumlu düşünceyi başlatan bir çabarun, adına, göğsümüzü kabarta kabarta Ege mucizesi diyebilecegirniz bir düşünce akımının ürünüdür. Balıkçı’ya göre insan aklının olumlu tohurrılan maddesi düşünürlerle İyonya’da atılmıştır. Sokrates ve Platon la bu akılcı atılım bir başka yöne saptırılmış ruh ve madde ayrılığı içinde ruha üstünlük tanıyarak insan aklı 1800 yıllık bir gecikmeye uğratılmıştır.
Doğru yanlış yönleri bir yana, Batı kültürünü İyonya dışında yalnız Yunanistan’a bağlayan klasik görüşe karşı çıkışı, yurt topraklarında, nüfus kütüğü merakına düşmeden boy atmış, gelişim göstermiş her çeşit düşünceyi özümseme yolundaki çabası ile Balıkçı, Azra Erharm deyimiyle bir kültür öncüsü olmuştur ve öyle ayrılacaktır.