Çaka Bey

- Ölüm tarihi ve yeri: 1093, Abidos, Türkiye
- Tam adı: Tzachas
- Kardeşleri: Ebü'l-Kâsım
Son Güncelleme 5 ay önce
Varangian’ların, Bizans’ı koruyan paralı askerler olarak bulunduğu 11. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da bir Türk beyi vardı. Bambaşka bir tutkunun, bir düşün peşindeydi: Bizans İmparatoru olmak… Tarihte Çaka Bey adıyla tanıdığımız bu Türk savaşçısı, Malazgirt Savaşından sonra Batı Anadolu’ ya ulaşan ilk Türk komutanlarındandı. Henüz çok genç yaşında Bizans’a tutsak düştü ve İstanbul’a götürüldü. Bizanslı tarihçi Anna Komnena, “Aleksiad” adlı yapıtında, Çaka Bey’in bir Bizans komutanına şöyle dediğini yazar:
“ Ben henüz genç bir delikanlı iken Asya’yı kat ettim ve şiddetle savaşırken tecrübesizliğim yüzünden Kabalika Aleksandr tarafından esir edildim. O beni diri olarak İmparator Nikeferos Botaneiates’e gönderdi. İmparator da bana derhal “protonobellissimos” rütbesi ve birçok hediyeler verdi ve ben onun tabiiyetini kabul ettim.”
Kaynaklar, Çaka Bey’in İstanbul’da tutsak gibi değil, onurlandırılmış bir bey olarak sarayda ağırlandığını not etti. Akdes Nimet Kura, “Çaka Bey” adlı kitabında şunları yazar:
“Onun kibar bir soydan oluşu, kendisine esir düştükten sonra Bizans imparatorunun yüksek bir rütbe vermesinden de açıkça anlaşılıyor. Nikeferos Botaniates’in Çaka’ya birçok imtiyaz bahşettiğini yazılıyorsa da, bunların nelerden ibaret olduğunu kaynağımız tasrih etmiyor.”der.
Çaka Bey, zaman geçtikçe Bizans’ın görkemine, zenginliğine hayran oldu. Rumca öğrenmeye ve bu sırada Homeros’u keşfederek ezberlercesine Homeros okumaya başladı. Denizciliğin önemini de burada keşfetti. Bizans’ın deniz kuvvetlerini, savaş gemilerini inceledi. Genç ve savaşçı ruhunun derinlerinde bir tutku parıldamaya başladı: Konstantinopolis’e sahip olmak!
Ancak imparator değişip yerine I. Ameksios Komnenos gelince, Çaka Bey’in İstanbul günleri de sona erdi. Rütbeleri ve ayrıcalıkları geri alındı. O da kenti terk ederek çevresindekilerle birlikte küçük bir ordu kurdu ve Bizans egemenliğindeki İzmir yöresini ele geçirdi. Kura’ya göre:
“…imparatorluğun en ince siyasetini yalandan görmüş ve öğrenmişti. Bizans’ta kimin dost ve düşman olduğunu layıkıyla tanımıştı. Çaka, Bizans’a galip olabilmek için bilhassa kuvvetli bir donanma sahibi olmak lazım geldiğini de öğrenmiş oluyordu.”
Çaka Bey, ilk Türk donanması da sayılan 40 gemilik bir filo kurdu. Önce çevre yerleşimleri ve adaları tek tek ele geçirdi. Sonra yüzünü kuzeye döndü. Edremit’i, Abydos’u (Çanakkale Boğazı’nın en dar yerinde antik bir yerleşim) aldı. Çanakkale Boğazı’na egemen olup Trakya’ya çıkabilirse, Bizans’ın bir kuş gibi avcuna düşeceğini hesaplıyordu. Trakya’da Bizans’ı zorlayan Peçeneklerle anlaştı. İmparatorluk içindeki paralı Türk askerlerinin bir bölümünü yanına çekti. Anna Komnena’ya göre sonuçtan çok emindi ve Bizans imparatorluk giysileriyle dolaşmaya, İstanbul’dayken edindiği nişanları göğsünde taşımaya ve kendini imparator olarak tanıtmaya başlamıştı. Bizanslı komutanlarla kimi görüşmelerinde imparatora haber gönderiyor ve elinden alınan rütbelerin ve nişanların iade edilmesini talep ediyor, kızım imparatorun çocuklarıyla evlendirme isteğini iletiyordu! Kültürel olarak da kendini oraya ait görüyordu. Örneğin, görüşmeleri akşam saatlerine kalırsa toplantıyı Homeros’tan bir dize ile “artık gece yaklaştı, geceye tabi olmak iyidir” diyerek bitiriyordu.
Bizans da boş durmuyordu elbette; bir yandan Peçeneklere karşı Kirmanlarla işbirliği yapmış, öte yandan Çaka Bey’in kayınpederi Selçuklu Sultanı Kılıçaslan’ı kışkırtmaya başlamıştı.
Kılıçarslan da zaten Batı Anadolu’da yıldızı parlayan bu genç beyden kuşkulanmaya başlamıştı. Bir gün onun tahtına da göz diker miydi?
Bu kuşkusu, Bizans İmparatorundan gelen mektupla derinleşecekti:
“ Haşmetli ve azametli Sultan Kılıç Aslan! Biliyorsunuz ki senin sultanlığın babadan ve dededen kalmadır.
Evlenme suretiyle senin akraban olan Çaka, zahiren imparatora karşı harp hazırlıkları yapmakta ve kendini imparator tesmiye etmektedir; fakat onun yaptıkları hileli gösterişten başka bir şey değildir. O, Rum tahtının kendisine layık olmadığını bilmeyecek kadar az malumatlı ve akılsız değildir. O, Rum hâkimiyetini ele geçiremeyeceğini de biliyor; onun bütün bu fena planları hakikat halde sana karşıdır! Bundan ötürü sen onunla düşüp kalkmamalısın.”
Kılıçarslan, ordusunu, Çanakkale Boğazı’nı tutan Çaka Bey’in üzerine gönderirken, Bizans donanması da çoktan yola çıkmıştı. Çaka Bey, kayınpederinin bu beklenmedik çıkışı ile şaşkındı. Bunu hesap etmemiş
Kılıçarslan Abydos’ta görüşme isteğini ilettiğinde hemen kabul etti. Ak des Nimet Kurat Anne Komnena’dan şöyle aktarır bu buluşmayı:
“İzmir Beyi çok iyi karşılandı, mutat veçhile kendisine mükemmel bir ziyafet hazırlandı. Ziyafet esnasında Kılıçarslan misafirim boyuna çokça yemeğe ve bilhassa içmeğe davet ederek sarhoş etti. Çaka’nın tamamıyla sarhoş olduğunu gören Kılıçaslan, kılıcını çekerek orada, ziyafet sofrasının başında misafirini kendi eliyle öldürdü.”
Şölen sofrasında bir kılıç darbesiyle yere yuvarlanan yalnızca bir baş değil; bir Türk beyinin yaşamına mal olan bir tutku, bir rüyaydı!